CENNETİN HEDİYESİ Zeytin Ağacı
Cennet Anadolu’nun Cennet Antakya’sı benim memleketim. Çan, ezan, hazzan seslerinin bir ve bütün olduğu, sokakları aşk, tarih, sonsuzluk soluyan kadim toprağım. Antakya’m…
Doğunun kraliçesi, doğduğum çok dualı, çok sesli, çok kokulu şehir. Medeniyetlerin geçtiği, konduğu, yerin gök ile güneşin ay ile hemhal olduğu büyülü masal evim.
Koca bir dünya, tüm semavi dinler, nice renkler bu küçücük şehre nasıl sığmıştı bilinmez ama biz koca yürekli ıssız torunlarıydık Amik’ in Asi’nin.
Bu mozaiğin içinde mozaikle nefes alan ban, mozaiğimle bir eser bırakmamı istedi Hatay Turizm İl Müdürlüğü:
“Biz mozaiği, mozaikle anlatabilir misin?” dediler.
Farklı, akılda kalıcı ve tün Antakya’yı kapsayıcı. Bizi bize ve bizi Dünyaya anlatıcı. İstenilen zor olduğu kadar bilge ve kadim bir talepti. Bu toprakların sanatı Mozaiği kendini bana aşık ettiğinde yaşım 10’a varmamıştı. Şimdi toprağın sanatını bu toprağa armağan etmem isteniyordu. Özgün ve özgür.
Bugüne dek denenmemiş ve anlatılmamış biçimde Antakya’yı anlatmak. Ağırlığı sadece zihnimi değil yüreğimi de sıkıştırıyordu. Geceleri gündüzlere karışadursun aylar kovalandı. Ve bir gece bir rüya beni bana savurdu.
Yeşil ışıl bir tepe vardı uykuya dalıp gittiğim alemde. Pırıl temiz yeşil tepenin en üstünde Ulu bir zeytin ağacı. Güçlü büyük ve azameti kadar merhamet saçan. Rüzgarla rakstaydı, iç içe geçmiş dalları zeytin yaprakları. Ses. Sesi vardı ağacın.
Ağacın dibinde bugün bile anlamlandıramadığım ahşap bir sandık durayazıyordu. Ve beyazlar içinde rüzgâra salınmış siyah saçlı bir kadın. Başındaki beyaz müslin mi saçlarına karışıyordu, dalgalanan saçlarımı müslini köpük deniz eyliyordu bilmiyorum. Ancak ağaçla bir şarkı tutturmuşlardı. Yaprakları dalları ve kadın notalarda dans ediyorlardı.
Anlatabildiğime aldanmayın. Rüya içinde rüyaymışçasına lal dillerden şarkı dökülüyor kadının ağaca hayran bakışı masalsı bir dalgalanışa dönüşüyordu. Devinimi olmayan bu rüya pastoral bir tablo gibi parlayıp söndü uykumda.
Uyanışım ile Antakya’yı anlatacağım mozaik artık canlanmak için beni bekleyecekti. Üç semavi dinin şehri Antakya’nın zeytini de her üç dinin ortak dili değil miydi? Gestamani bahçesinin bilge yaşlı zeytinleri İsa’nın son sözlerini işitmemiş miydi? Kuran zeytine ant etmiş, Musa’ya Yehova zeytinyağından vaftiz yağı yapmasını emretmişti. Tüm kitaplarda zeytin kutsal ağaçtı, dahası ölmezdi.
Tam 9 ay yüzbinlerce taş Antakya için üç boyutlu benzersiz bir mozaik olmaya adandı. Gecem günüm zeytin ağacı ve onu yaşar kılmak oldu. Beş yüz bin taş, ağacın gövdesi, yaprağı, eteğindeki başaklar oldu.
Ünü beni aştı ülkeye haber, Antakya’ya gurur oldu. Görenin kalbine, duyanın ruhuna fısıldadı. Anlayacağız şarkı söylemeye devam etti. Cennetin meyvesi dedim. Cennetten düşmüştü düşüme. Düşüm varlığa dönmüştü.
Benle yürür benle büyür oldu. Ta ki Antakya’m o korkunç depremle yok olana dek. Ben sağdım, Zeytinde. Ama ikimizin de onarılamaz yaralarımız bir ömür dinmeyecek kanyaşlarımız oldu. Depremden aylar sonra önce ben ayağa kalktım sonra onun yaralarını kırmızı granitlerle onardım.
Köklerim koptu topraktan. Yurdum bildiğim Antakya’m yaram oldu. İkimizde köklenmeye çalışıyoruz. Belki farklı yerlerde, belki aynı coğrafyada yerleşeceğimiz yeri bekliyoruz.
Kalıcı olarak yerleşip insanlara şarkı söylemeye devam edeceği yeri bekliyor Zeytinim. Hüzünlüyüz ikimizde.
O çoşkulu şarkımız ağıta döndü. Ama yaşam zeytinde olduğu gibi ölümsüz. Biz o yaşamın içinden geçen ruhlar, Tanrının zamanını yaşıyoruz.
Bana insanları getirdi Zeytin Ağacım. Depremin yaralarını Zeytin sayesinde yaşamıma giren insanlarla bir nebze serinlettim. Sanatçılar, kadınlar, dostlar, güzel yürekler önce zeytine tutuldular sonra benimle hemhal oldular. Yollarımıza yeni umutlar ektik beraber. Hatta hikayelere konu oldu, insanlar birbirine anlatır oldu.
Kökleneceği mekanda çok insana bereket çok kalbe huzur olacaktır.